Bookmarklarınızı Güncelleyin
İmkanmekan artık yeni adresinde:
www.imkanmekan.org
Yazan: Hakan Tuzun Sengun zaman: 23:11 0 yorum
Anahtar Kelimeler APART • MAN
Yarın (5 Aralık, Cumartesi) bir süredir gerçekleştirdiğimiz “Yuvarlak Masa Tartışmaları”ndan üçüncüsü için bir araya geliyoruz.
Bu toplantıda, bir anlık ya da kısa süreli eylemlerin tasarlanabilirliğini, kent ölçeğinde bu tür eylemsel müdahalelerin etkisini, farklı biçimlerini, -özellikle yakın çevremiz için- yapılabilirliğini, bu tip eylemleri kimin yaptığı, kimin katıldığı, kentsel hafızada kendilerine nasıl birer yer edindikleri ve benzeri bir çok konuyu tartışacağız.
Toplantının özetini kısa bir süre sonra imkanmekan blogunda okuyabilirsiniz.
Atölye 21 Kasım Cumartesi günü beş grubun katılımıyla tüm güne yayılarak gerçekleşti. Günün sonunda, Pelin Derviş,İpek Akpınar, Eylem Erdinç, Ömer Kanıpak, Cevdet Erek ve Boğaçhan Dündaralp de projeler üzerine tartıştığımız bölüme katıldılar. Projeleri ekiplerden iki haftalık bir süre içinde geliştirmeleri ve sonlandırmaları, bir metinle birlikte imkanmekan@gmail.com'a yollamaları bekleniyor.
ATÖLYE GÜNÜ GRUPLARIN İLK ÖNERİLERİ
AVŞAR-IŞIK GRUBUNUN PROJE ÖNERİSİ
ORHAN-AHMET-CEREN GRUBU PROJE ÖNERİSİ
İPEK-ENİSE-UTKU GRUBU PROJE ÖNERİSİ
TUTKU-GÜRBEY-DİDEM GRUBU PROJE ÖNERİSİ
ALİ-NUR-ONUR GRUBU PROJE ÖNERİSİ
Ortak mekândaki değişiklikler, toplumsal bellekte ve toplumun sürekliliğinde nasıl bir rol oynamaktadır?
Bu soru çerçevesinde kamusal mekânın tasarımı nasıl mümkün olabilir?
Alışkanlıkları hesaba katmayan büyük imar operasyonlarının, zorunlu tahliyelerin, büyük kentsel dönüşüm projelerinin kent yaşamı üzerindeki etkilerini nasıl değerlendirebiliriz?
Kollektif belleğin oluşumundaki kopukluklara dikkat çeken, hasarları en aza indirmeye çalışan çeşitli girişimlerden söz edilebilir mi?
Bu sorular, İmkanmekan’ın 17 Ekim 2009’da gerçekleştirdiği “Kamusal Alanda Bellek” konulu yuvarlak masa toplantısının, henüz davet aşamasında, katılımcılara gönderdiği metinde yer alıyordu. Kamusal mekânda tasarım yapmak üzerine düşünce üretmeye meraklı bir oluşum olarak İmkanmekan, mimar Cem Kozar ve fotoğrafçı Ali Taptık’ın misafir olarak katıldığı toplantıda, bu ortak alanı oluşturan en önemli unsurlardan biri olan belleği konu edinmişti.
Bu tartışmaya başlarken, bellek kavramının bir tanımını yapmak ya da en azından bizim ona hangi taraftan baktığımızı açıklamak gerekir. Ancak toplantıya başlarken, ortak bir tanım üzerinde uzlaşmamıştık. Bu nedenle konuyu, iki farklı başlık altında inceledik: Resmi bellek ve yaşanmış bellek.
Andreas Huyssen’in, Doris Salcedo’nun 1997 tarihli Unland: Tha Orphan’s Tunic adlı işi üzerine yazdığı bir metinde geçen bu ayrım şöyle tanımlanmıştır: “Anıtlar, resmi belleği ifade eder ve onların kaderi, kaçınılmaz olarak, devrilmek ya da görünmez hale gelmektir. Öte yandan yaşanmış bellek, kolektif, politik ya da bir nesle ait hafızayı içerse de, her zaman bireylerin, onların deneyimlerinin ve acılarının içindedir.”(kaynak)
Bu tanımda da açıkça ifade edildiği gibi, resmi belleğin ifade araçları olan anıtlar, tahrip edilmedikleri, çeşitli nedenlerle yok olmadıkları ya da hâkim ideolojinin değişimi sonucunda ortadan kaldırılmadıkları sürece, mekânın sürekli kullanıcıları için görünmez hale gelmek durumundadır. Anıtların kaçınılmaz sonu üzerinde bizim de kolayca anlaşmamız, anıt kavramının, imkanmekan ekibi ve katılımcıların zihninde ortak bir karşılık bulmasıyla mümkün olmuştur. Bizler için anıt, genellikle mimar, peyzaj mimarı ya da mekân tasarımıyla ilgisi olmayan, kendisine daha çok plastik bir obje tasarımı görevi yüklenmiş bir kişi, mesela bir heykeltıraş tarafından yapılabilecek ve kanıksadığımız bir takın çevre/bahçe düzenlemelerinin içerisine oturtulmuş, üç boyutlu nesnelerdir. Oysaki bu durumun böyle olmak zorunda olmadığını, hatta zaten böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Çağdaş anıt ya da anımsama örneklerinin, insan ölçeğine daha yakın, ziyaretçinin ilişki kurmasına olanak sağlayan, farklı kullanımlar getirebilen ve yaşanan bir mekân oluşturan bir yapıya sahip olması gerektiğini hatırlıyoruz. Bu da anıt denen yapının anıtsal olmaması halinde ortaya çıkan tartışmada fark ediyoruz ki; anıt ile anısına yapılmış olan, (monument ya da memorial ayrımında olduğu gibi) aynı anlama gelmiyor.
İmkanmekan’ın ilgi alanı olan, kamusal mekânın tasarımı ya da kamusal mekânda tasarım yapmak da tam olarak bu noktada başlıyor. Mekânın kullanıcısını da içine alan, yalnızca resmi belleği değil, bireysel yaşanmışlıkları da somutlaştıran, görünür hale getiren, hatırlatmayı amaçlayan tasarımlar yapılabilir mi?
Landmarks Preservation Council of Illinois’in ödüllü bir farkındalık kampanyasından bahsedebiliriz. Kampanyanın afişlerinde, kentte önceden var olan önemli yapılardan geriye kalan boş alanlar ya da yerlerine yapılan yapıların fotoğrafları ve altlarında inşa tarihleri, yıkım tarihleri, mimarları gibi bilgiler yer almaktadır. Bu son derece etkileyici kampanya, kentin sahiplenilmesiyle ilgili bir bilincin yaratılmasında önemli katkılar sağlasa da, amacı gereği zaten bir koruma kurumu tarafından “anıt” olarak belirlenmiş yapıları vurgulamakta ve tek taraflı olarak çalışmaktadır.
Toplantıya katılan Cem Kozar’ın anlattığı “Hayal/et Yapılar”, kendisinin sözleriyle bir “kentte silinmiş olan belleğin bir anlamda geri çağrılması” projesi. Cem Kozar ve Turgut Saner’in birlikte gerçekleştirdikleri çalışmanın tam adı “İstanbul’da Tarihi Yıkım ve Hayalet Şehir” ve çalışma kapsamında, İstanbul’da yıkılmış kimi yapıların yeniden canlandırılmasıyla, kentte kaybedilmiş ya da belki hiç bir zaman var olmamış mekânlar, olasılıklar ve hikâyeler ortaya çıkartılıyor. Bu hikâyeler, daha sonra birer hatırlatıcı olarak, bu yapıların yerlerinde sergilenecek. Bu proje, kaybolanlara üzülen bir tür kent nostaljisinden tümüyle uzak. Hatırlatma amacıyla ortaya çıkmış gibi gözükse de, bir tür somut gerçekliği hatırlatmaktan çok geçmiş, bugün ve gelecek arasında kentin kullanıcısı tarafından kurulabilecek bambaşka bağlantıları mümkün hale getiriyor.
Yukarıda soruya cevap olabilecek başka fikirleri araştırırken, imkanmekan’ın “küçük ölçekli müdahale” diye—belki de yanlış bir şekilde—adlandırdığı, fiziksel olarak küçük olup geniş bir alana etki edebilecek, düşük bütçeyle önemli bir sorunun çözümü olabilecek projelere örnek olarak Can Altay’ın Liverpool’da gerçekleştirdiği, “Trainer Monument” uygulamasıyla karşılaştık. Koşu ayakkabısı anıtı olarak tercüme edebileceğimiz bu çalışmanın, yukarıda tarif edilen, sorun çözmeye yönelik bir tasarım olmadığı açık. En azından basitçe düşünebildiğimiz türden bir kentsel sorunu çözmeyi amaçlamıyor. Ancak kentlinin yaşanmış belleğini görünür hale getiren, onların katılımıyla biçimlenen ve sahiplenmesinin kolaylığının, sürekliliğinin temini olduğu çok önemli bir örnek. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.